İSTANBUL SÖZLEŞMESİ KAPSAMINDA YARGININ KADIN CİNAYETLERİNDE ERKEKLİKLE İTTİFAKI

29 Mar, 2024

Tolstoy’un, bir yargıcın mesleğinde yükselirken aslında tükenişini anlattığı “İvan İlyiç’in Ölümü”nde, romanın kahramanı “Toplum içinde giderek yükselirken, meğer hayatta hızla düşüyormuşum” itirafını eder ölüm döşeğinde. Bu itiraf “Neden yüksek yargıçların yakınlarının cenaze törenleri öylesine kalabalıkken kendi cenazeleri tenha kaldırılır” sorusunun da yanıtıdır aslında. Roman, meslek yaşantısında doğru sandığı şeylerin, maddi başarı ve yüzeysel mutluluk anlarının aslında temelden yanlış ve yaşamının yapay ve yüzeysel değer yargıları uğruna tüketilmiş olabileceği gerçeğiyle yüzleştirir kahramanı. Öyleyse nedir, yanlış olan? Toplumdaki bireylerin kişisel çıkarlarını ön plana alıp buna göre yaşamaları karşısında aydın bir hukukçudan fazladan beklenen nedir?

Kuşkusuz erdemli bir yaşam ve bilgece kararlar vermek. Kuşkusuz bunun için çağının farkında olmalı hukukçu. Örneğin kadın cinayetleri ile boşanma ilişkisi ya da başka aile hukuku kaynaklı davalar, yine dillere pelesenk edilen kadın lehine 6284 sayılı kanun kapsamında verilen koruma kararları arasında gerçek bir ilinti var mıdır? Veya ataerkil zihniyetin gizli ya da açık savunucularının çokça dillendirdiği gibi bu kanundaki (6284)şiddet uygulayan erkeğin evden uzaklaştırılmasının cinayetleri tetiklediği/tetikleyeceği savının doğruluk payı nedir? Bu konularda ülkemizde, gerçeklikte doğru ve kesin bilgiye ulaşmak olanaklı değil ne yazık ki. Ancak iyi niyet ve dürüstlük, alanda çalışanların kişisel gözlem ve deneyimleri ip ucu verebilir belki. Yine de bu olaylara bakarken unutulmaması gereken temel kavram toplumsal cinsiyet eşitsizliğidir elbette. kadının cinsiyeti nedeniyle uğradığı eşitsizliğin sürdürülmesinin aracıdır kadına şiddet ve bunun en vahşi sonucudur kadın cinayetleri. Alttaki bu temel görülmediği sürece tek tek sivrisinekleri yok ederek bataklık kurutulmadan sorun çözülemez, kadın cinayetleri önlenemez.

Bakış açısı ne olmalı?

17.10.1932’de yazmış Sabahattin Ali aşağıdaki satırları: “Kadın bir erkeğe varmaz, kadın bir erkeğe verilmez ve bir erkek bir kızı almaz, (almak, vermek) bu tabirler kadını kıymetten düşüren, ona ahkar (en hakir) mahiyeti veren şeylerdir ve her şeyden evvel bu zihniyeti kadınlarımız kafalarından çıkartmalıdır.. Bilmelidirler ki iki cins birbirleriyle hayatlarını birleştirirken yuvaya getirdikleri aynı kıymette şeylerdir ve koca mal sahibi değil, ortak, hayat ortağı demektir. Bu hukuk müsavatı kadınlarımızın şuurunda yer ettikten sonra onların kuvvetli ve hakiki bir insan olmak için dimaği ve fikri sahada da yükselmek isteyecekleri tabiidir. Memleketimizin kadın ve erkeklerini, biri diğerini sürükleyen ve taşıyan değil, el ele ve aynı tempoda yürüyen iki mahluk olarak göreceğimiz günün uzak olmamasını dilerim. bu kadar efendim.” Kadın cinayetlerinin önlenmesi konusunda en önemli aktörlerden biri olan yargı, önüne gelen davalarda Sabahattın Ali’ninki gibi bilgece bir tavır alabilmekte midir ? Bunun için gerekli olan kadın erkek eşitsizliğinin farkında mıdır? Bu alandaki ulusal ve uluslar arası hukuksal metinleri içselleştirmiş midir? Ya da İstanbul Sözleşmesi’nde yer alan “kadınların aşağı bir cins olduğuna ve kadınlarla erkekler için alışılagelmiş rollerin bulunduğu düşüncesine dayanan önyargı, örf ve adet gelenek ve her türlü uygulamayı ortadan kaldırmak için gerekli önlemler almayı, bu cümleden olarak kadın ve erkeklere ilişkin sosyal ve kültürel davranış modellerinin değişmesini sağlamak için politikalar üretmeyi , özellikle de kültür, örf ve adet, gelenek, din veya sözde namus gibi kavramların şiddet uygulamak için bir mazeret olarak kullanılmasını engelleme yükümlülüğünü” özümsemiş midir? Yoksa cinayetlerin temelindeki patriyarkal yani erkeği kadına karşı üstün gören anlayışın gereğini mi yapmaktadır? Kadın örgütlerinin sıkı takibine konu olan bazı istisnalar olmakla birlikte yargının bu konuda bırakın bilgece davranmasını, mevcut kuralları dahi ataerkil bakışla ve kadın aleyhine yorumladığını, kadını erkeğe ait bir eşya gibi gören bakış açısı kararlara egemen olduğunu görmekteyiz. Öyleyse yapılacak çok iş var daha. Okuyacağız, söyleyeceğiz, eleştireceğiz ve peşini asla bırakmayacağız.

Milliyet yazarı Gökçer Tahincioğlu’nun Etimesgut’ta otobüs şoförünün kadın yolcuyu döverek tecavüz etmesi, öldürmekle tehdit edip, polise söylememesi için çıplak fotoğrafını çekmesi suçlamalarıyla açılan davadaki yargıyı eleştirdi başlıklı yazı, duyarlı bir gazetecinin bilgece yaklaşımının örneği. Aşağıda konumuzu birebir ilgilendirdiği için aktardığımız bu haber yorum T 24 portalından alınmıştır: “Yargının “Bir kadın gece 11’de sokağa çıkar mı?” diye sorduğunu belirten Tahincioğlu, “Soru; kadın cinayetlerinde katilin değil, öldürülen kadının telefonlarını inceleyen, katilin, ‘Beni aldattı, öldürdüm’ beyanının doğruluğunu araştıran, cep telefonunda, sosyal medya hesabında bulunan bir mesaj nedeniyle cezada indirim yapan yargıya ait” diye yazdı. Gökçer Tahincioğlu’nun Milliyet gazetesinin bugünkü (9 Nisan 2017) nüshasında yayımlanan ‘Bir kadın gece 11’de sokağa çıkar mı?’ başlıklı yazısı şöyle: Başlıktaki soru aslında içimizden birine ait değil. Mahkeme heyetine soruyu yönelten sanığa da ait değil. Soru; kadın cinayetlerinde katilin değil, öldürülen kadının telefonlarını inceleyen, katilin, “Beni aldattı, öldürdüm” beyanının doğruluğunu araştıran, cep telefonunda, sosyal medya hesabında bulunan bir mesaj nedeniyle cezada indirim yapan yargıya ait. Soru; bütünüyle savunmasız çocuklara, “Niye kimseye söylemedin?” diye soran savcılara ait. Dağ başına kaçırılmış kadınlara, “Neden daha çok bağırmadın?” diye soran kararlara. Tüm bu saldırıları mağdurun aidiyetlerine, ailelerine göre ayırt edenlere ait. Ankara’da, yeni yılın ilk günlerinde Etimesgut’ta bindiği halk otobüsünde şoför İbrahim Tuncay tarafından öldürülmeye çalışılan, bilincini kaybedene kadar boğazı sıkılan ve tecavüze uğradıktan sonra gasp edilen kadının gizli saklı hayatı sürüyor. Şoför Tuncay hakkında açılan davanın duruşması ise geçtiğimiz hafta yapıldı. Mağdur kadın, duruşmaya yine gidemedi. Mahkemeye, bir başka yerde ifade vermek istediğini söyledi, CMK nedeniyle bu talebi kabul görmedi. Mahkeme, sanığın dışarı çıkarılacağı bir duruşmada ifade vermesini kararlaştırdı. Trajik örneklere göre olumlu tutum içerisinde bulunan mahkeme bir başka önemli karar daha verdi. Bir önceki duruşmada, sanığın, “Cinsel ilişkiye giremedik, zaten regldi” savunması yapması üzerine, çamaşırının incelenerek beyanın doğruluğunun araştırılması kararlaştırılmıştı. Mahkeme, bu ara kararını geri çekti, bu tip bir incelemeye gerek olmadığını kararlaştırdı. Mağdurun beyanları yerine, sanığın suçlamalarını esas alan mahkemelerden farklı davrandı. Duruşmanın asıl dikkat çekici yanı, sanığın yeni savunmasıydı. Yakalandığında, kadın için, “Otobüsü karanlık bir yere çekmemi, cinsel ilişkiye girmemizi istedi. Sonra vazgeçti. Ancak sert sevdiği için tecavüz ettim” diyen, savcılıkta ise, “Daha önce de cinsel ilişkiye girmiştik. O akşam da ilişkiye girdik, sonra çıplak fotoğrafını çektim” diye ifade değiştiren sanık ilk duruşmada ise, “Cinsel ilişkiye girmedik, zaten regldi” şeklinde savunma yapmıştı. Geçen duruşmada ise bu beyanlarını biraz daha ileriye götürdü. Cezaevinde çekilmiş, yüzü şiş bir fotoğrafını paylaşarak ilk ifadesinin işkence altında alındığını söyledi. Fotoğrafın tarihini veremedi ama savcıyı, tutuklayan hâkimi suçladı. Mahkemede nasıl davranırsa, “indirim” alabileceği bile söylenmişti belli ki. Tehdit etmeden, soruşturmaya esas oluşturabilecek iddialarının neden araştırılmadığını sordu. Davanın takipçisi Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nu suçladı. Mağdur kadının ev arkadaşı avukatın, kadını baskı altında tuttuğunu, ifade vermesini engellediğini söyledi. Can alıcı soruyu ise sona bırakmıştı. Mahkeme heyetine yöneldi ve uzun yıllardır yargı kararlarıyla meşrulaştırılmaya çalışılan, kadınları hapsetmeyi, özgürlüklerini ellerinden almayı hedefleyen o soruyu yöneltti: “Bir kadın gece 11’de sokağa neden çıkar? Bir kadın gece 11’de otobüse neden tek başına biner?” Yargının yanıt vermesi gereken asıl sorular ise bekliyor: Halk otobüsü şoförü Tuncay’ın ilk eylemi bu değildi. 3 Mayıs 2015’te, 15.30’da Ankara Kızılay’da bir kafenin tuvaletinden çıkmakta olan kadını kabine sokarak darp etti, cinsel saldırıda bulundu. Açılan davada ise indirimle 6 yıl 8 ay ceza aldı. Tuncay, bu cezaya rağmen neden tutuklanmadı? Bu karar 29 Kasım 2016’da verildi, halk otobüsündeki tecavüzden sadece 35 gün önce. Suç kaydına göre, 2009’dan bu yana 4 kez ateşli silah taşıma, 6 kez kasten yaralama, 2 kez tehdit, 2 kez cinsel saldırı, bir kez kamu görevlisine hakaret suçlarından yargılanan Tuncay, 3 ayrı ceza almış, bu cezalar bir daha suç işlememesi kaydıyla ertelenmişti. 29 Kasım’da çıkan cezaya rağmen ertelenmiş bu cezaların infazı neden yapılmadı? 29 Kasım 2016 tarihli kararda, eski cezaların infazı için mahkemelere yazı gönderilmesi kararlaştırılmasına, bu cezalar UYAP sisteminde açıkça görülmesine rağmen yazılar neden işleme konulmadı? Mahkeme kararına göre eski cezalarını infaz etmeyenler hakkında herhangi bir soruşturma açıldı mı?”