MÜZİĞİM VE RADYOM

28 Mar, 2024

Çok eskiden yayınlanmış, anılardan beslenen bir yazı-Eray Karınca

1970’lerin ikinci yarısında, güneşin toprakla sevinç içinde buluştuğu günlerden birinin öğle vaktiydi. Arkadaşımla birlikte oturduğumuz bakkal dükkânında, yüksek sesle Ruhi Su’dan kahramanlık türküleri dinliyorduk. Bu kadar yaşı boşuna yaşamadım diyen ağır, güvenli ve bastığı yere sahiplenen adımlarla yürüyen Tortu Efe, başında sarı poşusu, belindeki kuşağı ve geniş kesimli, kahverengi şalvarıyla dükkânın önünde durdu. Yol boyu kendisine eşlik eden arıların çılgın vızıltısı, böcek ve sineklerin hızlı devinimlerine aldırmadan, türkü bitinceye dek bekledi ve o güçlü sesiyle, ”Kim ülen bu goca erkek” diye, keyifle gürledi.

1990’ların ikinci yarısıydı. Aydın’ın İncirliova ilçesinde görev yapıyordum. Avukatlarla, iş sahipleriyle ya da çalışma arkadaşlarıyla sürekli sorun yaşayan mübaşirimin yakışıklı sayılabilecek genç fiziğine karşın, mutsuz yüzü, çizgilerle doluydu. Talimatım üzerine sabah geldiğinde, istasyon ve ses düğmeleriyle hiç oynamadan radyomun fişini takıp akşam giderken de çıkarıyordu. Bir sabah onu kapının yanındaki duvara yaslanmış, ellerini arkadan kavuşturmuş ve gözlerini kapatmış bir halde gördüm. Yüzü gevşemiş, çizgileri kaybolmuştu. Gözlerini açıp beni karşısında görünce gülümseyerek, “Hâkim Bey’im sizin bu radyonuzda ne güzel şeyler çalıyor böyle” dedi. Babamın 1964 yılında aldığı maskot marka radyoya eklettiğim FM bandındaki, Radyo 3’te hep klasik müzik çalıyordu.

1998 yılında Ankara’ya atandım ve Radyo 3 tutkum bir kâbusa dönüştü. Çünkü ne evimde ne de adliyede net olarak dinleyebiliyordum radyomu. Üstelik Adliye'de Ankara Radyosu'yla karşı karşıyaydık; aramızda yalnızca 90 metrelik bir yol vardı. Bunu kabullenemezdim. Telefonlar, araştırmalar, sekreterler, müdürler derken, sorumlunun Ankara Radyosu olmadığı ortaya çıktı. Şimdi adını unuttuğum, içinde telsiz geçen bir müdürlükten görevliler birkaç kez geldiler. Çeşitli aletlerle ölçümler yaptılar ve ben, iki üç gün radyomu az cızırtılı olarak dinleyebildim. Sonra yine eski tas eski hamam. Meğer bunun sorumlusu frekans ihalesini yasal zorunluluğa rağmen yapmayan Radyo Televizyon Üst Kuruluymuş. Neden yapmazlar? Ne ise, oğlumun dikkatim dağılır düşüncesiyle sakıncalı olduğu uyarılarına karşın tesellim, müziğimi otomobille gelip giderken yol boyu dinleyebilmemdi, ancak yakın zamanda Radyo 3’te de klasik müzik yayının giderek azaldığını ve orada da yayın kalitesinin bozulduğunu hayretle fark ettim. Neden azaltıldı ki? Az dinleniyor diye olabilir mi? İnsanlara bu müziği doğru dürüst dinletmeyerek soğutacaksın, sonra da izlenmiyor diyerek yayınlanan müziğin içeriğini değiştireceksin. Ne hakları var? Bu konular neden Cumhuriyet savcılarının görev alanında değil? Neden TRT ve RTÜK ya da o adını unuttuğum genel müdürlüğün yöneticilerinde klasik müzik sevmek koşulu aranmaz? Bu sorunun çok öznel olduğunun farkındayım ve yazıyı okuyanların bazılarının bıyık altından güldüklerini, “Millet aç, işsiz, perişan, senin tuzun kuru, tutturmuş radyonu dinleyemediğinden, içeriğinin değiştirildiğinden yakınıyor, bir de neredeyse suç ihdas ediyorsun.” dediklerini duyar gibiyim. Ben de savaş sırasında, Saraybosna’daki bir Sırp kadının, ambargo yüzünden tuvalet kâğıtları çok sert, zımpara gibi diye yakındığını okuduğumda, benzer şeyler düşünmüş müydüm? İnsan böyle bir varlık herhalde. Kurgu değil tesadüf: Yazıyı tamamladığımı düşündüğüm gün oğlum, fen bilgisi ödevinin sonucunu benimle heyecanla paylaşmak istiyor. Gidip bakıyorum. Bir süredir diğer tüm koşulları aynı tutup birine metal müzik, diğerine klasik müzik dinlettiği saksılardaki fasulyelerden, yalnızca klasik müzik dinleyen filiz vermiş. Vitamin destekli öteki iki saksıda ise tık yok. Ne ki iki gün sonra metal müzik dinletilen daha bir iştahla fışkırıyor.