GÖKDELEN | YARGININ ÖZELLEŞTİRİLMESİNİN ROMANI

29 Mar, 2024

Neredeyse insanlık tarihiyle birlikte ortaya çıktığını söyleyebileceğimiz iyiyle kötünün savaşı edebiyatın hep gözde temalarından olmuştur. ‘Gökdelen’* adlı romanında Tahsin Yücel bu savaşı ülkemizde 2073 yılında kötünün kazandığını kabul etmektedir.

Romanın kahramanı avukat Can Tezcan, bu sistem içinde, kendi mutlu dünyasında başarılı bir avukat olarak isim yapmışken, sistemin hiç olmazsa kendi içinde tutarlı olmasını istemektedir. Kendi öznelinde ise haksız yere tutukluluğu süren bir arkadaşını kurtarmaktır derdi. Ancak bunu yaparken İstanbul’u, ‘Niyork’ benzeri, hatta oradakilerden daha görkemli gökdelenlerle donatmaya kararlı müvekkili Temel’in, ‘küçük’ bir hukuki sorununu çözmek için dâhiyane bir fikir geliştirir: Yargı Özelleştirilmelidir. Temel’in hukuki sorunu ise Sarayburnu’na dikilecek özgürlük anıtının en iyi görülebileceği yerde, ülkedeki tek gecekondunun sahibi olan yaşlı bir öğretmenin direncini kırıp, orada bir gökdelen yükseltmektir. Can Tezcan’ın yargının özelleştirilmesi fikrine destek almak için görüştüğü zamanın başbakanı Mevlüt Doğan da tam bir özelleştirme sevdalısıdır. Özelleştirmeyi bu ülke için bir “can simidi”, bir “kurtuluş penceresi” olarak görür. Can Tezcan’a, “Seksen, doksan yıl önce bu ülkenin ulusunu ve Allah’ını seven insanlarının köktenci bir özelleştirme seferberliğine girişmiş olduklarını, onların bu hayırlı girişimini alınlarının akıyla bitirmiş olmamaları durumunda bugün bulunduğumuz noktanın ‘çok gerilerinde’ kalmış olacağımızı” anlatır(s.102).

Mevlüt Doğan’ın söylediği tarihin başlangıcı, 12 Eylül kıyımının ardından yapılan ilk genel seçimlerdeki televizyon ekranlarına yansıyan köprü tartışmalarının yapıldığı zamana denk gelmektedir. Türkiye kamuoyu, özelleştirme tartışmalarıyla ilk kez o zaman yeni kurulan Anavatan Partisi genel başkanı Turgut Özal ile Halkçı Parti’nin genel başkanı Necdet Calp arasındaki Boğaz Köprüsü tartışmalarıyla tanıştı. Kamuoyunda daha önce tanınmayan Calp’in, bir tek “Sattırmam!” çıkışıyla, yüzde otuzlarda oy aldığı konuşuldu uzun zaman. Ne var ki özelleştirme yanlılarının yürüttükleri kararlı ve yoğun propaganda sonunda ülkenin para edipte satılmayan hiçbir varlığı kalmadı kısa zamanda. 2004 yılında yaşanan Tüpraş Özelleştirmesinin iptali ise, safların belirginleşmesi aşamasında bir turnusol kâğıdı işlevi gördü bir bakıma. Ertuğrul Özkök’ün, “Gelin şu dürüstlüğü Bir Tartışalım”, başlıklı yazısında, ‘Yapılamayan yolların, açılamayan hastanelerin, yükseltilemeyen eğitim seviyemizin, işsizliğin, kentlerimizin çirkinliğinin ve “tabii ki cebimize giren paranın azlığının” baş sorumlusu oldu Tüpraş özelleştirmesini iptal eden yargıçlar;(1). “Telekom satılsaydı dış borç kalmazdı.” diyen Başbakan Recep Tayip Erdoğan’a göre ise, “Bürokratik Oligarşi, siyasete karşı ciddi bir savaş içindeydi(2).”

Sabah Gazetesi’ndeki Gözlem Köşesindeki yazısının başlığında, “Tarihi Değerler Korunmalıdır. Tüpraş Türk’tür Türk Kalacaktır.” diyerek, aklınca dalga geçiyordu Mehmet Barlas. Özelleştirme yanlılarının en hızlı ve saldırganlarından biri de Perihan Mağden’di: “Kel Başa Şimşir Tarak” başlıklı yazısında, “Mahkemelerinde insanları en kıl tüy gerekçelerle yıllarca, yıllarca süründürmeye muvaffak olan bu ülkede, Ankara 10. İdare Mahkemesi’nin 3 (üç) gün! İçinde! Satışın tekerine çomak sokmayı başarması, göz yaşartıcı bir dayanışma örneğidir hakikaten.”(3) diyordu. Tüpraş Özelleştirmesinde olayın zaman dizinsel gelişimi şöyleydi: İlk ihale sonrası Petrol İş Sendikası'nın açtığı davada, Ankara 10. İdare Mahkemesi, 26 Mayıs 2004’te Tüpraş Özelleştirmesinde ihalenin usulsüz yapıldığı gerekçesiyle yürütmeyi durdurma kararı verdi. Özelleştirme İdaresi Başkanlığı, 28 Mayıs’ta karara itiraz etti. 31 Mayısta Ankara Bölge İdare Mahkemesi itirazı kabul ederek yürütmeyi durdurma kararını kaldırdı. Tüpraş yeniden Zorlu ve Tatneft grubuna verildi denirken, 10. İdare mahkemesi, 2 Haziranda davayı esastan karara bağlayıp ihaleyi iptal etti. İşte bundan sonra olanlar oldu ve medyada, siyasette bu konuda görüş bildirmeyen hemen hiç kimse kalmadı. Tahsin Yücel’de sanırım bu süreci izleyip kıvamına getirdikten sonra Gökdelen’i tasarlamış olmalı. Çünkü tıpkı Tüpraş’ta yaşandığı üzere, Can Tezcan’ın yakın arkadaşı, ünlü gazeteci, eski devrimci Cüneyt Ender’in gazetedeki köşesinde yayınladığı yazıyla, yargının özelleştirilmesi sürecinde yasamanın, yürütmenin ve toplumun yönlendirildiğini görüyoruz(s.68).

Evrendeki ilk yargıcın şeytan olduğunu anımsarsak, yukarıdaki köşe yazarlarının ve çok sayıdaki benzerlerinin, kararın gerekçesine, hukuki olup olmadığına bakmaksızın, hatta kararı hiç okumaksızın, salt sonuç kendi dünya görüşlerine uymuyor diye yargıçlara saldırmaları çok da haksız değil belki. Çünkü kutsal kitaplara göre evrendeki ilk yargıç şeytandır. Gerçekten de sürekli sorun çıkarıp tanrının canını sıkan cinler arasındaki uyuşmazlıkları tanrının verdiği yetki ile çözen melektir şeytan(4).

Evrendeki ilk suçlu ise Cennet’te, Havva’nın elinden yasak meyveyi, yani hayat ağacı meyvesi elmayı yiyen dem’dir. Belki de o günden bugüne bu suçun cezasını çeker insanlık. Cennetten kovulmanın yanında dem’e ömür boyu çalışma, Havva’ya ise acılı ve zorlu bir iş olan çocuk doğurma cezasını vermiştir tanrı. Evrenin ilk cinayetini de onların çocukları işler. Şeytanın kışkırtmasıyla kıskançlık ateşine kapılan Kabil, kardeşi Habil’in başına iri bir taşla vurarak onu öldürür(5). Bir bakıma Habil ile Kabil’in öyküsünü alıp tekrar tekrar işlemektir tüm yazarların yaptığı. Tahsin Yücel de Gökdelen’de insanın kendine, doğaya kıyımını dile getirmektedir aslında. 2073’te ülkenin özelleştirilmedik, aslında tüketilmedik hiçbir değeri kalmamıştır. Can Tezcan’ın, Cüneyt Ender’e yaptığı açıklama kulağa ne kadar da tanıdık gelmektedir: “Bunca fabrika, bunca maden, bunca orman, bunca üniversite, bunca hastane, bunca hava, deniz, kara ve demiryolları nasıl satıldıysa, yargıda öyle satılacaktır herhalde, yani yok pahasına. Ayrıca, çalışanlar için para ödenmez bu işlerde, onlar hesap dışında tutulur., böylece canının istediğini alır, istemediğini, almazsın. Üstelik hükümeti binlerce adama aylık ödemekten kurtarmış olursun.”(s.53) Ancak bir emekli öğretmen, inatçı bir ihtiyar Cihangir’deki gökdelenler arasında kalmış son bahçeli evi, fındık ile tek meyve veren nar ağacını ve kedisini yaşamı pahasına korumaya kararlıdır. Niyork’lu Temel’in de bu evin yerine dikmeyi tasarladığı gökdeleni için yapmayacağı şey, harcamayacağı para, kullanmayacağı güç yoktur öte yandan. Romanın başkahramanı avukat Can Tezcan ise, eski solculuğunun saflığından olsa gerek, tam olayları kontrol edebileceğini, yargıyı özelleştirdiğini kendisinin yargının başına geçtiğini sandığı anda anlar; işlerin hiç de öngördüğü gibi gitmeyeceğini. Ne var ki ok yaydan çıkmıştır bir kere. Süreç kaçınılmaz biçimde kendi mantığı içinde işler. Yaşlı öğretmenin trajik ölümü yetmez anamalcı iştaha. Süreci başlatan Can Tezcan da sistemin işleyişine engel oluşturmaya başladığı anda yok edilmesi gereken bir varlıktır artık. Mekik adı verilen tek kişilik uçaklarından inmeyen zenginler bir yanda, sefalet içindeki yılkı adamları öte yanda, dini imanı para ve güç olan, çıkarcı politikacılarıyla 2073’te geçiyor olmasına karşın ne kadar da tanıdıktır Gökdelen’de anlatılanlar.

Zaman tünelini niye bu kadar ileriye kurmak gereksinmesini duymuştur yazar bilemem; hatta çok beğenmeme karşın iyi bir roman olup olmadığı konusunda da tartışamam ama son yılların tartışmasız en önemli romanıdır Gökdelen. Aydın sorumluluğu olan herkesin; ülkenin nasıl tahrip ve talan edildiğini görmek isteyenlerin, başta hukukçular olmak üzere mutlaka okuması gerekir bu romanı. Ne ilgisi var denebilir ancak Sabahattin Ali’nin Kuyucaklı Yusuf’u ile kan kardeşidir Gökdelen. Edebiyatı salt bir zevk işi olarak görmeden; olaylardan, yaşananlardan sorumlu olunarak da iyi edebiyatın yapılacağına ilişkin başyapıtlar yan yana sıralansa, Cumhuriyet dönemi sürecinin başına Kuyucaklı Yusuf oturtulursa, sonuna da hiç tartışmasız gelecektir Gökdelen.

* Tahsin Yücel, Gökdelen, Can Yayınları, Özal Basımevi, 2006, İstanbul, s.104

Dipnotlar: 1- Bkz: Hürriyet Gazetesi’nin5 Haziran 2004 günlü sayısı 2- Bkz: Halka Ve Olaylara Tercüman ile Yeni Şafak Gazetelerinin 6 Haziran 2004 günlü sayıları. 3- Bkz: Radikal Gazetesi’nin 5 Haziran 2004 günlü sayısı 4- Bkz: Cumhuriyet Ansiklopedisi, cilt:10. s.3044) 5- Bkz: Av. H. Argun Bozkurt, Hukukun Öyküsü, tahmini basım tarihi 2006, Ankara Barosu’nun katkılarıyla yayınlanmış. s. 5,6.) Meraklısı için: Ankara 10 İdare Mahkemesi’nin kararına karşı ÖİB’ca yapılan başvuru, Danıştay 10. Dairesi’nce reddedildi. Ö.İ.B. mahkeme ve Danıştay’ın gerekçe ve eleştirileri doğrultusunda ihaleyi yeniledi. İlk ihalede 1.302.000.000 USD’ye yapılan satış, ikinci ihalede üç milyar USD’ daha pahalıya gerçekleşti. Hazinenin net kârı, ..USD oldu.